Kitap Adı: Oblomov
Yazar: İvan Gonçarov
Yayınevi:Türkiye İş Bankası Yayınları
Sayfa Sayısı: 619 Sayfa
Benim Puanım: 7 /10
Oblomov’ un çıkış noktası 1849 yılında yayınlanan bir
dergide Gonçarov’ un imzasını taşıyan “Oblomov’un Rüyası” dır. Ardından yazar
1857 senesinde Oblomov adlı eserini bir ay gibi kısa bir sürede tamamlıyor.
Oldukça kısa bir sürede yazılan bu roman için Gonçarov’ un “ Bu büyük romanın
bir ay içinde yazılması belki de imkansız görünür. Ama unutmayın ki, bu eseri
yıllarca kafamda taşıdım ve onu sadece kağıda geçirmek kalmıştı.” Sözü bana “Başlamak, işi bitirmenin
yarısıdır.” Sözünü hatırlattı.
Bir de Gonçarov’ un literatüre kazandırdığı “Oblomovluk”
kelimesi var. Sanırım kitabı okumayanlar dahi bu kelimeye biraz olsun aşinadır.
Oblomov’ un Konusu
Kitap nasıl ilerledi,
bana neler kattı?
Bu kadar sayfa kitap hele bir klasik nasıl biter demeyin.
Denedim onayladım bir haftada su gibi akıp gidiyor. Her kitabı okumaya
başladığımda kalktığımda kaç sayfa okuduğumu gördükçe kendime hayret ettim
resmen.
Bana ne kattığına gelirsek, ciddi anlamda tembelliğimin
üzerinde olduğu bir dönemde bu kitabı iyiki okumuşum. Tembelliği abartmanın
hayatı kaçırmaya neden olabileceğini, insanın hayata dair bir amacının olması
gerektiğini bana bir kez daha anlattı. Kitabın anlatımı o kadar yumuşaktı ki,
sanki gözlerimin önünde Oblomov bunları yaşadı ve ben de izledim.
Bana başka bir katkısı da daha önce hiç okumadığım Rus
Edebiyatı’ nı hayatıma kazandırdı.
Sanırım bu edebiyat türüne güzel bir başlangıç yaptım.
Ayrıca Okuma Şenliği Kış 2013 ‘ te okuma listemde 4.
Kategori için(600 sayfadan uzun bir kitap okuyanlara) bulunan Oblomov, bana 15
puanı kazandırdı :)
Kitaptan Alıntı
İçinde, hiç uyanmadan kalmış, biraz kurcalanmış, fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş birçok yetenekler olduğunu acı acı seziyordu. İçi yanarak anlıyordu ki, onda gömülü kalmış iyi ve güzel bir şeyler vardı; belki çoktan ölmüş, ya da bir dağın derinliklerindeki altın gibi saklı kalmış olan bu hazine çoktan meydana çıkmış olmalıydı. Ama öyle derinlerde kalmış, üzerine öyle pislikler yığılmıştı ki... Sanki dünyanın ve hayatın ona verdiği nimetleri birisi çalmış ve yine kendi ruhunun derinliklerinde bir yere gömüp bırakmıştı. Sanki bir güç onu hayat meydanına atılmaktan, iradesini ve zekâsını alabildiğine açılıp harcanmaktan alıkoyuyordu. Sanki gizli bir düşman, daha yola çıkarken onu ağır eliyle yakalamış, insanlığın doğru yolundan uzaklara fırlatmıştı...
İçinde, hiç uyanmadan kalmış, biraz kurcalanmış, fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş birçok yetenekler olduğunu acı acı seziyordu. İçi yanarak anlıyordu ki, onda gömülü kalmış iyi ve güzel bir şeyler vardı; belki çoktan ölmüş, ya da bir dağın derinliklerindeki altın gibi saklı kalmış olan bu hazine çoktan meydana çıkmış olmalıydı. Ama öyle derinlerde kalmış, üzerine öyle pislikler yığılmıştı ki... Sanki dünyanın ve hayatın ona verdiği nimetleri birisi çalmış ve yine kendi ruhunun derinliklerinde bir yere gömüp bırakmıştı. Sanki bir güç onu hayat meydanına atılmaktan, iradesini ve zekâsını alabildiğine açılıp harcanmaktan alıkoyuyordu. Sanki gizli bir düşman, daha yola çıkarken onu ağır eliyle yakalamış, insanlığın doğru yolundan uzaklara fırlatmıştı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder